Yorumları: 1,602
Konuları: 158
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
240
03-11-2007, Saat: 0:04
(Son Düzenleme: 15-05-2012, Saat: 11:50, Düzenleyen: crazyfizikci.)
Karşılaştırmalı bir analiz…
Prof. Dr. Namık Kemal PAK, TÜBITAK Başkanı
Prof. Dr. Ergun TÜRKCAN, TÜBITAK Başkan Danışmanı
Yakın tarihte kurumları, siyasi gelişme asamalar, hatta sanayileşme süreçleri birbirine oldukça yakın iki ülkenin tekno-ekonomik politikaları, daha da özel olarak teknoloji politikaları, şeklen ayni evrimi geçirmiş gibi görünse de, özünde, Güney Kore ve Türkiye çok farklı politikalar uygulamışlar ve tabii, farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Bu farklı sonuçlar "kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme modeli" ile "sürekli teknoloji ithal ederek kendini sürdüren sanayileşme modeli" seklinde sunulabilir. Bu modellerden birine başarılı diğerine basarisiz demek de mümkündür; ancak; iktisattaki sonuçlar, didardan bakan bir gözlemcinin kişisel kanaati olmaktan çok, bu politikaları tasarlayanların ulaşmaya çalıştıkları hedefler açısından değerlendirilebilir.
Bu nedenle, bu çalışmada, böyle bir sınıflandırma yapmadan, tarafsız bir gözle, iki ülkedeki teknoloji politikaları, kendi planlı sanayileşme süreçleri içinde, 1960'lardan itibaren karşılaştırılacaktır.
Genel İktisadi Gelişme Çizgileri
Türkiye II. Dünya Savaşı’nı tarafsız ve zararsız bir biçimde geçirerek, 1950'de çok partili bir siyasi hayata geçmiştir. Güney Kore ile Türkiye'nin tarihsel kesişme noktası bu yıldır. Türkiye'den kısa bir süre önce, Seoul'de bir darbe yapıldı ve bir diktatör olan Cumhurbaşkanı Syngman Rhee yurtdışına kaçmak zorunda birikildi.
Darbeyi yapan General Park Chung Hee'nin başlattığı(1) bu "otoriter dönem" Kore'nin tipik bir "geç" sanayileşme sürecidir. Türkiye gibi, sanayileşmenin kurumlaştırılıp, devlet eliyle teşvik edildiği, gerekli üst yapı ve mekanizmaların yarabildiği bu sürede (1960-1980) Kore ekonomisi bugünkü seklini almıştır.
Tablo-1. Yıllara Göre Türkiye ile G. Kore'nin kişi başına milli geliri (GSMH, GNP olarak)
Kaynaklar: Türkiye için: DIE, İstatistik göstergeler, 1923-1992, s. 426-7, Tablo XIX-4'den.
Kore için: Jong-Wha Lee, UNDP, Occasional Paper 24. Economic Growth & Human Development in the Republic of Korea, 1945-1992. (Appendix Table)
Yorumları: 1,602
Konuları: 158
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
240
03-11-2007, Saat: 0:08
(Son Düzenleme: 15-05-2012, Saat: 11:54, Düzenleyen: crazyfizikci.)
Kaynak: The World Bank, World Development Reports, 1999/2000 s.244, Tablo 8'den
"Kore'nin geç sanayileşen pek çok ülkeden farkı, devletin özel firmalara uyguladığı disiplindir. Büyük firmalar, hükümetin ihracat, Ar-Ge, yeni ürünlerin geliştirilmesi gibi performanslarına dayalı teşvikleriyle güçlerini takviye ederek daha da büyüdüler. Özellikle, riskli sanayilere girenlere, Hükümet başka yerlerden çok kârlı isler temin ederek, firmaların üretim çeşitlemesine yârdim etti.
Disiplinin iki boyutu vardır: "Kötü çalışanları cezalandırmak ve iyileri ödüllendirmek"(2). Dönemin başlangıç yılından ve hatta daha geriden gelerek, Kore'nin ve Türkiye'nin ekonomik göstergeleriyle yarım yüzyıla yakın performanslarını karşılaştırabiliriz. Ancak, bu tablolar iktisadi analiz yapmak için değil, sanayileşme sürecinde, teknoloji politikalarının sonuçlarını göstermek amacıyla düzenlenmiştir.
Tablolardan kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, G.Kore çok hisli sanayileşerek, tarımsal bir hammadde ihracatçısı olmaktan çıkarak, bir kuşak içinde 5 milyon dolarlık demir cevherinden 24 milyar dolarlık elektronik malzeme ihraç eden, toplam ihracatı 100 milyar dolar civarında bir ekonomi haline dönüşmüştür. Bu nasıl gerçekleşmiştir. Bu tablo, çok bilinçli bir sanayileşme politikası, belirlenmiş hedeflere uyarlı bir teknoloji politikası ile birlikte devlet ve üreticiler tarafından uygulanırken, diğer yardımcı politikaların bu sistemi desteklemesiyle ortaya çıkmıştır.
Sanayi ve Teknoloji Politikaları
İktisadi ve sosyal kalkınmanın araçları olarak, planların içinde tüm politikalar bir bütünün parçaları halinde, birbirini tamamlayarak-destekleyerek, makrohedeflerin gerçekleşmesinde rol oynarlar. Politikaların, birbirleriyle uyuşmuş olması, en azından, birbirinin etkilerini yok etmeyecekleri varsayılır. Doğaldır ki, bu büyük tasarımın arkasında belli bir felsefe, bir tekno-ekonomik paradigma mevcuttur.
Örneğin, Türkiye, 1990'larin ortasına değin teknolojiyi (yabancı) yatırımların bir türevi, yatırımlar dışında da serbest bir mal sayarak (neon-klasik yaklaşım), ayrıca üretimi için büyük bir kaynak tahsisi öngörmemiştir. Buna göre, teknoloji ekonomik alan dışında üretilir, girişimciler faktör fiyatlarına göre, piyasalarda en uygun faktör proporsiyonlarina karar verirler. Bu seçimde yeni ürünler söz konusu değildir; bilinen ürünlerin bilinen üretim süreç biriyle üretilmesine karar verilir. Neo-klasik iktisatla birlikte doğan mikro iktisat teorisi ve bu tabanda yükselen modern Kalkınma İktisadi, 1970'lerde, teknolojiyi içselleştiren "Yeni İktisat" teorileri ortaya çıkıncaya dek bu yaklaşımını sürdürmüştür.
Yorumları: 1,602
Konuları: 158
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
240
03-11-2007, Saat: 0:12
(Son Düzenleme: 15-05-2012, Saat: 11:55, Düzenleyen: crazyfizikci.)
Türk planlama anlayışına zihnen hakim olan bu yaklaşıma rağmen, ilk Türk Planı bu felsefeden açıkça sapan bir bilim ve teknoloji (BT) politikası adimi atarak, ilk uygulama yılında, bu alanı geliştirmek için TÜBİTAK’ı kurmuştur. Yaklaşık bir kuşak yani 6-7 plan boyunca, bu kurum, ekonomiye bir ek olarak sanayi ile organik bağlantılar kuramadan sadece bilimsel araştırma yönüyle Akademik Sektör ile bağlantı kurarak, ilerisi için bir potansiyel geliştirmekle meşgul olmuştur. Oysa G. Kore, ayni zaman aralığında, Türkiye'ye benzer sosyo-ekonomik şartlardan hareket ettiği halde, farklı bir teknoloji paradigması, dolayısıyla radikal bir teknoloji politikası uygulayarak çok farklı sonuçlara ulaşmıştır. Bu sonuçlar Tablo-4'te görülmektedir.
Yorumları: 1,602
Konuları: 158
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
240
03-11-2007, Saat: 0:16
(Son Düzenleme: 15-05-2012, Saat: 11:59, Düzenleyen: crazyfizikci.)
Kore ile Türkiye'nin farklı tercih yapmalarının nedenleri ayni iki bilinmeyenli denklem içinde çözülebilir mi? Türkiye yaygın (ekstransın) bir sanayileşme modeli ile ithal ikameci, daha çok sermaye-yoğun, nispeten geri (kullanılmış) tekniklerle bol düz emek istihdam eden bir üretim yolu seçerken (geç sanayileşmenin ilk aşamalarında bu belki de tarihsel bir zorunluluk olabilir), G. Kore, belli bir süre sonra Dünya rekabetine girme zorunda olduğunu bilerek, ihracata yönelik yani dışa açık, sermaye-yoğun (az sayıda büyük çeşitli üretim yapan firma bunun göstergesidir), derinlemesine (entansif) bir sanayileşme yoluna girmiştir. Bunun doğal sonucu, ilerde teknoloji üretiminin ön hazinliği olarak, selektif ve kitlesel "teknoloji transferi" yapmak, bunu kurumsallaştırmak ve kolaylaştırmaktır. Bu telif haklarından mesleki eğitime değin pek çok yeni hukuki düzenleme yaparak yeni kurumlar ve mekanizmalar oluşturmak anlamına gelir. Bunun için her ülke, kendi legal sistemine ve amaçlarına uygun araçlar yaratmıştır.
İki ülkenin tekno-ekonomik kurumsallaşması konusunda ilginç ipuçları vardır. G. Kore için su anda yürürlükte olan, BT'ye ilişkin 800 kanun vardır. Bunların içinde 90 adedinin başlığında BT ifadesi yer almaktadır. Anlaşılacağı gibi, teknoloji üretimi, yenilikler ve bunları yaratanların haklarının korunması, ferdin siyasi haklarını Bati ölçeğinde koruyan bir rejim sayılmasa bile, Güney Kore'nin Anayasa’sında yer almaktadır. Kore, Planlı döneminde, devlet olarak, mal üretimine paralel, teknoloji üretmeyi ve bununla ilgili tüm yan sistemlerin (eğitimden fikri haklara değin) orkestrasyonunu ana işlevi saymaktadır.
BT mevzuatının temel yapılarından birisi, milli düzeyde, BT sistematik biçimde teşviki amaçlayan, 1967 tarihli, "Bilim ve Teknolojiyi Destekleme Kanunu “dur. Bu kanun, bu alanda plan ve politikalar formüle edilmesi, ilgili kuruluş ve projelere destek sağlanması için önlemler getirmektedir. Diğeri, 1972'de kabul edilen, özel sektörün, finans ve vergi yoluyla teknolojik geliştirme faaliyetlerini kolaylaştırmayı amaçlayan "Teknoloji Geliştirmeyi Teşvik Kanunu “dur. 1973 tarihli "Mühendislik Hizmetlerini Teşvik Kanunu" mühendislik sanayilerini geliştirerek, Ar-Ge sonuçlarının ticarileşmesini ve böylece, imalat sanayiine katkı yapma olanağı yaratır. 1989'da çıkarılan "Temel Bilimsel Araştırmaları Teşvik Kanunu", Güney Kore'nin bilimsel araştırmalardaki geri kalmışlığını telafi edebilmek için, araştırma enstitüleri ve üniversitelerin temel bilimlerdeki, araştırmalarını desteklemeyi öngörmektedir. Kore'nin Sanayi ve Teknoloji Politikalarının bir özeti Tablo-5'te verilmiştir.
Yorumları: 1,602
Konuları: 158
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
240
03-11-2007, Saat: 0:16
(Son Düzenleme: 15-05-2012, Saat: 12:06, Düzenleyen: crazyfizikci.)
Hyundai Örneği
Tabii ki, bu kısa yazı çerçevesinde "derinlemesine" karşılaştırmalı bir BT politikası analizi yapmamız mümkün değildir. Burada yalnızca firma ve/veya sektör düzeyinde birkaç örnekle, "sadece üretime odaklanmış sanayileşme" modellerine kısaca değineceğiz. Teknoloji transferi, özümsenmesi ve üretimine ilişkin bir örnek olay: (Güney Kore ve Türkiye'de Otomotiv Sanayileri)
Geleneksel Fordizmin simgesi, kitle üretimine dayalı, ana girdisi demir-çelik olan, ileri sanayi ülkelerinin sembolü otomotiv sanayiidir. Bu sektörde, iki ülkenin başlangıçtaki paralellikleri şaşırtıcıdır. Burada, 1967 yılında başlayan, Hyundai ile Koç'un, birbirinden bağlantısız fakat paralel oto üretme denemeleri kısaca ele alınacaktır. İki firma da, 1967'de ilk arabalarını ürettiler. Koç da Hyundai de, Ford'dan alınan parçalarla birer araba ortaya çıkardılar (SKD üretimi=semi-knocked-down): Koç'un Cortina motorlu, şasili, fiber karoserli Anadolu arabası üretimden kalkalı yıllar olmasına rağmen hala yollarımızda görülebilir. Koç, yarı manüfaktür usulü üretilen arabasının yerine, Bursa'da FIAT ile kurduğu büyük fabrikada, lisans altında üretmeye başladığı ve sonunda kendisine mal ederek kus adları verdiği 124 ve 131 serisi arabalarla yola devam ederek, diğer FIAT modelleri üretiminde uzmanlaştı; kendi modelini, özgün TOFAS arabasını ortaya koyamadı veya böyle bir çabaya gerek görmedi çünkü iç piyasalarda, gümrükler arkasında iyi bir kâr marjıyla çalışıyordu. Hyundai ise 1970'lerin başında, SKD üretimi aşıp kendi modeline yöneldi ve ihracata yönelik atılımı başlatarak, oto üretiminde, dünyada ön sıralara oturdu(3). Ancak, kendi arabasını üretmesi, lisans anlaşması altında, başkasının arabasını üretmek kadar kolay değildi; bunu öğrenme süreci ise çok zor ve pahalıydı. Koç’un bu ise girmemesi Hyundai örneğinden sonra anlaşılabilir bir husustur. Burada Türkiye örneğinde bulmamız mümkün olmayan bir husustan söz edilmesi gerekir: Devletin Teknoloji Politikası. Bu politikayı uzmanından nakledelim(4).
"Kore Hükümeti, 1973'te, "Otomobil Sanayiinin Teşviki İçin Uzun Dönemli Plan"ı formüle ederek, mevcut 4 otomobil firmasına, parçalar halinde CKD (Completely-Knocked-Down) gelen arabaları ülkede monte etmeye son vererek, tamamen ülkede tasarlanmış "Kore mali" aile arabası geliştirmeleri için ayrıntılı planlar hazırlamalarını emretti. Hükümetin isteği çok spesifikti: Yerli Model, orijinal, 1500 cc motor hacminden daha küçük ve yerli parça oranı en az %95 olmalıydı. Üretim maliyeti 2000 USD'den az olacak bu araba 1975'te piyasaya verilmeliydi. Hükümet, Kore'nin toplam üretim kapasitesinin 12.751 olduğu bir zamanda tesis kapasitesini yılda en az 50 bin ünite olarak saptamıştı.
Hyundai, 1973'te, yılda 80 bin kapasiteli "Kore" otomobili için master planını sundu; o yıl gerçek üretimi 5.426 otomobildi. Plan firmanın mühendisleri için gerçek bir kriz yaratmıştı çünkü montajdan başka oto üretimi için bir bilgileri yoktu. Önce, ithal ettikleri teknolojileri hızla absorbe etmeye çalışırlarken, beri taraftan literatürden oto tasarımı ve üretimi ile ilgili her türlü bilgiyi öğrenmeye çalıştılar. Hyundai 5 ülkedeki 26 firmaya çeşitli teknolojileri transfer etmek için başvurdu; tamamen bir firmaya bağlı kalmak istemiyordu. Hyundai 1985'e kadar 54 lisans anlaşmasıyla tüm Kore otomobil firmalarının önüne geçmişti. Ama önemli olan araba tasarımıydı. Firma 5 tasarım mühendisini 1,5 yıllığına, İtalya’da "Italdesign" firmasına gövde çizim ve stilasyonu öğrenmek için gönderdi; gece-gündüz, en küçük ayrıntıları birbirine naklederek, her bilgiyi kaydederek çalışan bu teknisyenler Hyundai'nin çizim bölümünün çekirdeğini oluşturdular. Bu bilgileri birleştirip araba tasarlamak sanıldığı kadar basit bir is değildir. Hataları minimize etmek için British Leyland'dan 3 yıllığına, basta eski genel müdür ve 6 uzman mühendis kiralandı. İngilizler gidince, gizlice bazı Japonlardan yararlanıldı. Sonunda, 1975'te, Kore'yi, Japonya'dan sona Asya’nın ikinci bağımsız üreticisi yapan Hyundai'nin yerli üretim, ilk orijinal modeli "Pony" piyasaya çekti. Bu model petrol krizinin yarattığı küçük araba ihtiyacından yararlanarak Ortadoğu, Avrupa ve Asya'da 62.592 adet satmıştır. Böylece, Hyundai dünya firması olarak ortaya çekmiş oluyordu.
Burada, bilinçli teknoloji transferi ve öğrenme süreçleri hakkında ciltlerle ifade edilebilecek deney, bilgi ve alınacak dersler vardır. Ancak, bu konuları uzmanlık düzeyindeki yazılara bırakarak, sadece bir konuya dikkati çekmek istiyoruz. Geç sanayileşen ekonomilerde, devletin teknoloji üretimini teşvik hatta mecbur etmesinin ne kadar önemli bir faktör olduğunun altının çizilmesi. Devletin, (yönetici elitin) yol göstermesi ve zorlaması olmadan, ne 18. yy Rusya’sı ne de 19. yy Japonya’sı, belli bir teknolojik düzeye gelebilirlerdi(5). Tamamen piyasa mekanizmalarına birikilmiş bir teknoloji transferi sonucunda, bu teknolojiler absorbe edilemediği gibi, eskidikçe yenilenen tüketim malları halinde sürekli bir kaynak ısrafı ortaya çıkacaktır. Her iki ülkede de bu kararları almak için gereken mekanizmalar, ayni anda kurulmuş iken, Türkiye'nin, planlamasını, bu anlamda etkin kullanamadığı anlaşılıyor.
Sonuç
Çağdaş Bilim ve Teknoloji politikaları ekonomik kalkınma ve refah yaratma ana hedefine yönelmiştir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye ve daha belirgin olarak Kore'de refahın göstergesi olan yasam kalitesi indekslerindeki tedrici iyileşme doğaldır. Ancak hem kişi başına GNP, hem de Ar-Ge faaliyetleri için harcanan kaynaklar bakımından, ancak 1980'lerde Türkiye'yi yakalamış ve geçmiş olan Kore'nin, hem bu çarpıcı basarisi hem de 1980'ler öncesinde bu indeksler itibariyle Türkiye'nin üstünde olması ilk bakışta bir paradoks olmadığı, eğitim konusuna göz atıldığında kolayca anlaşılabilir. Kore'nin bu tür bir kuantum sıçraması yapabilmesi en temel güç olan beşeri gücünü hazırlaması çok eskilere dayanmaktadır. Gerçekten de kişi başına GNP bakımından Kore'nin Türkiye'nin dört kati altında olduğu 1965 yılında bile ortaöğretimde okullaşma oranı G. Kore'de %29 iken, Türkiye'de %16'dir. Kore lehine iki misli olan bu oran 1978'de de devam etmektedir: Kore %68, Türkiye %34. Hemen bu yıllarda kişi başına GNP bakımından Türkiye'yi yakalayıp geçen Kore bu farkı doğal olarak korumuştur.
Eğitim dahil sosyal sistem göstergelerini çözmüş, belki bu nedenle, üretim sorununa daha kolay yaklaşabilmiş bir ülkeyle, Türkiye gibi, özellikle eğitim bakımından oldukça hazırlıksız bir ülkenin karşılaştırılmasında, rasyonalizmin disiplininin ne denli önemli olduğu görülmüştür.
Yorumları: 929
Konuları: 51
Kayıt Tarihi: 29-01-2007
Teşekkür Puanı:
231
Tesekkürler Aybike...
Yorumları: 1,091
Konuları: 17
Kayıt Tarihi: 04-02-2007
Teşekkür Puanı:
127
03-11-2007, Saat: 9:18
(Son Düzenleme: 18-01-2011, Saat: 16:41, Düzenleyen: Arzuş.)
Paylasim için sagol güzelim.
Yorumları: 1,364
Konuları: 10
Kayıt Tarihi: 30-12-2008
Teşekkür Puanı:
85
30-05-2009, Saat: 23:37
(Son Düzenleme: 18-01-2011, Saat: 16:41, Düzenleyen: Arzuş.)
Tesekkürler.
Yorumları: 8,562
Konuları: 131
Kayıt Tarihi: 25-01-2009
Teşekkür Puanı:
284
23-06-2009, Saat: 18:37
(Son Düzenleme: 18-01-2011, Saat: 16:41, Düzenleyen: Arzuş.)
Tesekkürler.
|