Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
12. hikaye
Jung cesaretiyle,gücüyle halkin gönlünü kazanmis bir gençtir.Arkadaslariyla bir grup olusturmustur.Bu grubuyla haksizliklara,ayaklanmalara karsi mücadele içindedir.Gruba halktan kisileri alip yetistirmektedir.Savas konusunda ustadir.jung’un küçüklükten beri birlikte oldugu ve çok sevdigi young ise saglik görevlisi olmaya adaydir.Tip konusunda çok ileri olmasina ragmen saray doktoru olmayi düsünmez.Çünkü o hasta ve yardima muhtaç halka yardim etmek ister.Fakat birgün yaptigi küçük bir yanlis onun sürgün edilmesine yol açar.Fakat young bunu jung’a söylemez.Geriye bir mektup birakarak sessizce ayrilir.young’in yaninda hatira olarak sadece jung’un verdigi gümüs bir ayna bulunmaktadir.Aradan 10 sene geçmesine ragmen Jung young i bulamaz.
Korenin sikintili bir dönemidir.Çinle yapilan antlasma bozulmustur bu durumda savas kaçinilmaz olur.Ve savas gerçeklesir.Hemsireler,doktorlar, tüm saglik görevlileri savasta yaralananlar için görevlendirilirler.Aralarinda young da bulunmaktadir.jung grubuyla büyük basarilar kazanir fakat savas hala devam etmektedir.Jung yaralanir.Onu diger yaralilarin bulundugu çadirlardan birine getirirler.Young jung’u görür ve hemen yanina kosar.Çok agir yaralanmistir.Uzun çabalardan sonra jung iyilesir fakat hala gözlerini açmamistir.Çinli askerlerin doktorlarin ve hastalarin bulundugu bölüme geldikleri ögrenilir.Young ne oldugunu ögrenmek için disari çikar.Çikarken Jung’un verdigi aynayi düsürür.Jung kendine gelir.Dogruldugunda yerdeki gümüs aynayi görür.young’in orda oldugunu anlar.Hemen disari çikar ortalik kan gölüne dönmüstür.Ileride Young’i görür.Yanina kosar.Young yaralidir.Jung seslenir.Young gözlerini zorlukla açar.Jung’a kendisini affetmesini istedigini onu hala çok sevdigini söyler elini sikica tutar ve gözlerini son kez kapatir.Tam o sirada jung’a ok gelir ve Jung da son nefesini Youngun ellerini sikica tutarak ve onun adini söyleyerek verir.Savasi kore ordusu kazanir.Aci olarak Young ve Jung’un elleri kenetli cansiz bedenleri vardir….
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
13. hikaye ("Ben" Ihtirasim Ve Objektifim "Kore")
Çok issiz yerlerde yasiyordum. 21 yaslarina gelmis bir genç kizdim,ailemden bagimsizdim..Fakat sürekli ailemle temas halindeydim..Gazetecilik meslegimdi..Belki meslekten öte artik bir yasam biçimiydi benim için..Çok az kisi bu kadar sevgiyle baglidir meslegine..18 yaslarindayken verdigim bu mesleki karar için kendimi çok kutluyorum çünkü bir çok arkadasim istediklerini sandiklari mesleki dali seçerek okumuslardi fakat hiç biri tutunamadi meslegine..Benim hayalim vardi gazetecilik okuduktan sonra hayatimi sürdürmek istedigim Güney Kore topraklarina ayak basmakti..O güzel kokan topraklar,yemyesil bitkileri,rengarenk ve samimi insanlari..Çok seviyordum Kore'yi ama her seyiyle..Gazeceligi bitirdikten sonra halkin arasina karismak tek amacimdi,farkli yüzler farkli renkler...Gazeteciligin bendeki açilimi biraz da maceradan ibaretti-belki bir çok akranim da ayni seyleri düsünecektir..Çünkü bu meslekte daha fazla emek verirseniz topluma bir baginiz oluyor ama ondan öncesi hep maceradir..
Kore dilini pek bilmiyor olmama ragmen Kore'ye gittim küçük yaslarimda.Burasi gerçekten düsündügümden öte bir yerdi neredeyse bütün köy-bucak her yerini gezmistim..Artik korece'ye daha bir asinalik baslamisti bende yavas yavas ögreniyordum dillerini..Belli bir yerde bir evim yoktu..Tam bana göre bir arabam vardi içinde tulumum çadirim v.s lazim olacak her seyi alabiliyordum..Doga resimleri çekmeye bayiliyordum,insanlarin ve hayvanlarin habersiz objektiflere yakalandiklari an,o yakaladigim resimler bana hep haz verirdi..Gerçekten eger dogayi hissediyorsaniz çekeceginiz resim size dünya harikasiymis gibi gelecektir,biri satin almak istese o resme paha bile biçemezsiniz..
Bir gün yine çekim yaparken Koreli biriyle tanistim yüzünü çok begenmistim,hosuma gitmisti..Ve gerçekten çok iyi biriydi..Belki her zaman olmasini istedigim anlardan birini yasiyordum fakat nedense bana bu hayalmis gibi geliyordu..Içimdeki his karmasasini ben anlatamasam da sizler okuyunca tahmin edebiliyorsunuzdur..Sanirim sevdalaniyordum..Onun da bana karsi bakislari konusmalari çok farkliydi,belki ben de onun bekledigi bir armagan gibiydim..Adeta büyülenmistik birbirimizden..Sanki, bakislarimiz -ufak mimiklerimizle anlasmaya basliyorduk ve sanki düsündüklerini duyabiliyor-düsündüklerimi duyurabiliyordum..
Uzunca bir zaman görüsmeye devam ettik..Hala hislerimizi açiklayabilmis degildik..Bir gün Kore'den ayrilmam gerekiyordu bunu onunla da paylasmistim..Belli ki gidecegim için kahroluyordu,fakat keske erken davranip da açilabilseydi..Bana ancak gidecegim zamana yakin hisslerini açti,"Gitmeni istemiyorum!" dedi..Fakat gitmek zorundaydim,keske diyordum:"Keske önceden bilseydim hislerini,neden,neden bu kadar geç oldu..Artik gidiyorum,yapabilecegim ne kaldi ki!Son dakikalarima yetismis gibisin..."Üzülüyordu : "Hep söylemek istedim,yapamadim,istemezsin diye çekindim..." Sasirdim oysa ki ben karsilikli hisleri paylastigimizi zaten anlamistim..Artik Kore'den ayrilma vaktim gelmisti ona dedim ki :"Eger beklersen bir gün mutlaka dönecegim,seven insan bekler-unutmaz...Ben burada olmadigim kadar yani basinda olacagim..Ve hep seni sevecegim,bunu da unutma sakin..Saglicakla kal.."diyerek ayriliyordum...
Kim bilebilir bir gün gerçekten dönebilme ihtimalim vardi,ama o ,o bekleyebilecek bir ihtimale sahipmiydi?...
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
14. Hikaye (SEUL'DEKI EN GÜZEL ANIM)
Neredeyse 2 yilim dolmak üzere Seoul’de. Buraya geldigimden beri, gelmeden önce kurdugum hayallerimi gerçeklestirmis sayilmam. Sadece bir sey gerçek olmustu o da dil ögrenmek üzere yurda kabul edilmem. Tabi Kore’ye gelebilmemin de büyük mutlulugu vardi zaten. Bir yandan okulu idare ederken, bir yandan da is bulma umuduyla Seul’de gezmedigim yer kalmamis gibiydi artik. Belki de yeni gelmis olmamin heyecaniyla biraz da gezi amaçli da dolasmistim. Aradan bir ay kadar bir zaman geçtikten sonra nihayet okulumu engellemeyecek düzeyde bir is bulmustum ve hem çalisiyor, hem de okulu idare edebiliyordum.
Geçen zaman içinde dedim ya hayallerimi pek gerçeklestiremedim diye. Neler mi hayallerim? Aslinda o kadar çok var ki; ama en çok istedigimi söylemek istiyorum. “Kim Jeong Hoon”. Evet Kore’de ünlü biri belki ama, neden onunla görüsebilme firsati elime geçmesin ki. Kendime söz vermistim bir kere; elbet bir gün kendisiyle görüsmeden Kore’den gitmeyecektim.
Seul’de yasadigim sürece hep mutluydum. Pisman olmadim geldigime. Hep de iyi ki buradayim demisimdir her zaman. Gelirken arkamda biraktigim ailemin içi de çok rahat artik. Onlar da biliyorlar burada çok mutlu oldugumu. Buraya gelirken kendimce; kimseyle arkadas olamam, pek konusmam, kendi halimde kalirim diye düsünürken tam aksine o kadar iyi insanlarla karsilasmis, hatta karsilanmistim. Her zaman yanimda hissettim onlari, yalniz kalmadigimi biliyordum. Burada sadece Koreli arkadaslarim degil; yine benim gibi dil okuluna gelen Türk arkadaslarim da vardi ve çoktan birbirimize isinmistik bile. Zaten o zamanlarda bir Türk arkadasimla ayni odayi paylasiyordum. Ikimizde ayni duygular içinde ve çok mutluyduk. O ve ben hayallerimize biraz daha yakinmisiz gibi hep gülümsüyorduk. Arkadaslarimiza, ögretmenlerimize, insanlara. En önemlisi de HAYATA.
Bir gün, arkadasimla beraber oturmus konusuyorduk. Artik bir seyleri degistirmemizin zamani gelmisti. Zaten ikimizde ayni sorun üzerinde sürekli çözüm düsünüyorduk ama bu sefer son kez ve iyi bir adim olsun istiyorduk. “Yurtta kalmaya devam mi, yoksa yeni bir evde yeniden baslamak mi?” Aslinda kaldigimiz yerde de mutluyduk ama neden ayaklarimizin üzerinde durmaya böylece baslamayalim dedik. Arkadasimla her disari çikisimizda sürekli ev aradik. Kimini begendik parasi çok geldi, kimisi ucuz oldugu halde gözümüze hitap etmemisti. 2 hafta kadar sonra nihayet aramaya çiktigimiz bir gün, bir ev bulabilmistik ve her açidan bize uyan küçük sirin bir yerdi burasi. Ancak evi tutmadan önce yurda dönüp son kez hesaplama yapmamiz gerektigini biliyorduk ve öyle de yaptik. Ertesi gün evi tuttugumuz zaman arkadaslarimiz ve ögretmenlerimiz gidecegimizi duyup sinifimiza gelmislerdi. Önce durumun zorluklarindan bahsedip, daha sonra bize nasihat ederek sans dilediler ve biz esyalarimizi toplamaya baslamistik sonunda.
Aradan 1 ay kadar süre geçmisti. Biz yine eskisi gibi okulumuza gidiyorduk; ama bir farkla, artik evimiz vardi ve mutlu olmamak için bir nedenimiz yoktu. Ta ki bir gün çalistigim yerin kapatilmasina kadar. Aslinda bu yer tamamen degil ama sadece 2-3 ayligina tadilat nedeniyle kapatiliyordu. Yine de üzülmüstük bu duruma. Arkadasim kendi isinde devam etmesi bizi sevindirse de ben bu aralar ne yapacagimi düsünürken tekrar bir is bulmak istiyordum. Çünkü o kadar beklemek bizim için hiç iyi olmayacakti. Neyse ki bir gün çalisabilmem için bir imkan dogmustu. Okul çikisinda arkadasimla birlikte bir is görüsmesine gidebilmemiz için birinin verdigi adrese dogru gitmistik. Bu yerde çalisamayacagim diye düsünürken kurum sahibi kadinin beni ikna etmesiyle sartlari kabul ederek ilk adimi atmistim bile. Ben baslayacagim günü bekliyordum artik.
Bu is ne miydi? Aslinda kabul ederken de çok düsündügüm bu is sahipsiz çocuklarin bulundugu, sadece çocuklarin degil küçük bebeklerin bile oldugu ve benim sadece bebeklerin bölümüyle ilgilenebilecegim bir isti. Zaten okulun bitmesine az kalmis ve ben tekrar bir egitim görmek zorundaydim. “Bebek bakimi ve çocuk egitimi” üzerine aldigim egitimle de kurumda rahatça çalisabilmek istiyordum. Nihayet egitimimi bitirip kurumda 1 sene kadar çalismaya devam ettim. Arkadasim kendi isinde devam ederken ben de çogu zamanimi kurumda geçirdigim oluyordu ama bu bile beni yormuyordu. Bebeklerle ilgilenmek beni aksine rahatliyordu.
Evden çikip yine isime gittigim bir gün, kurumun sahibi sürekli odasindaydi ve mesgul gibiydi. Ben de merak edip ordakilere sormak istedim. Nedenini onlarinda bilmedigi bir seyler oluyordu ama bizler anlamamistik. Sonunda kadin odasindan çikti ve hazir durumda olmamizi istedi. Biz nedenini sordugumuz anda dedikleri bizi hem heyecanlandirmis hem de çok sevindirmisti. Söyledigine göre, kuruma ünlü birinin gelecegi ve çocuklarla bir gününü geçirmek istedigini bize anlatti. Bizler de hazirliklara baslamis, o günü bekliyorduk. Aslinda kimin gelecegi söylenmemisti bize ama ünlü biri olmasi heyecanlanmamiza yetiyordu zaten. Nihayet o gün bir araba kapida görülmüstü ama ilk gelenler gazeteciler ve kameramanlardan baskasi degildi. Yarim saat kadar sonra bir araba daha görünmüstü ve biz artik gelenin ünlü kisi oldugunu tahmin ediyorduk. Ben arabadan inen kisiye dikkatle baktigim bir anda gözlerime inanamamistim herhalde rüya görüyordum ve kalbim yerinden çikacak gibi hizla çarpiyordu. Gelen herhangi bir ünlü degil; aksine hayallerimde yasattigim kisiydi.
“Kim Jeong Hoon”du bu. Bir an kalbimin duracagini hissetmistim ve yanimdakilerin konusmalariyla kendime gelmistim biraz da olsa. Nasil davranacagimi, ne yapacagimi bilmiyordum. Sonunda kapiya dogru gelerek içeriye girdi ve bizler onu karsilayip hos geldiniz demekle yetinmistik. Arkasinda korumalariyla içeri girerken bizi arkasinda birakip çoktan gitmisti bile.
Hayalimdeki insani biraz uzagimda, sadece birkaç adim uzagimda görmek bana yetmisti aslinda. Konusmak bile istememistim. Çocuklarin odalarina tek tek girip yaninda getirttigi oyuncaklari çocuklara veriyordu. Yüzü o kadar güzel, gülümsemesiyle o kadar tatliydi ki, yanindaki çocuklarla ayni görünümdeydi yüzü. Onun zaten yardimsever, çocuklarla iyi anlasan, yaptigi her güzel isten zevk duyan bir insan oldugunu biliyordum ve o gün yaptiklari beni ondan daha mutlu hissettirmisti. Bir yandan küçüklerle ilgilenirken bir yandan da kadinla konusuyordu. Sanirim kurum hakkinda bilgiler aliyordu ve yüzünde samimi gülüsü hiç eksik olmuyordu. Konusurlarken yüzü bir anda bana dogru döndü ve hiç beklemedigim anda bana gülümsemisti. Bir anda yerinden dogrulup bana dogru gelmeye basladi ve benim heyecanim bir kat daha artmisti. Nasil davranacagimi bilemiyordum ve bende ona gülümsedim. Hemen arkasindan kadin da gelerek beni ona tanistirmaya basladi. Sasirmistim neden bendim bu kisi? Bu duruma sasiran sadece ben degildim. Jeong Hoon da saskindi. Kurumda çalisan tek Türk olmamdi beklide evet öyleydi. Zaten ilk söyledigi de “neden buradasin?” oldu. Içimde heyecanimi bastirmaya çalisirken bir yandan da ona anlatmaya çalisiyordum. Zorlaniyordum agzimdan kelimeler zar zor çikiyordu. Neyseki ilgilenmesi gereken sadece ben degildim ve tekrar sohbet etmek istedigini söyledi ve özür dileyerek yanimdan ayrildi. Biraz da olsa rahatlamis arkasindan gülümseyerek baktim.
Aradan epey saat geçmisti ama hala burada olmasi beni mutlu ediyordu ve biliyordum ki o da benim kadar mutluydu burada olmaktan. Zaman geçtikçe her an gidecekmis gibi düsünüp üzülürken bir taraftan da benimle konusmak istedigi aklima gelince hemen gitmesini istiyordum. Nihayet gitme vakti gelmis kurumdan ayrilmisti. Onu kimbilir bir daha nerde görürüm dercesine dalip gitmistim ki, kapidan arkadasim göründü. Kosarak yanima geldi, nefes nefese kalmisti. Ben önce anlamadim neden geldigini fakat sorunca anladim ki Kim Jeong Hoon’un buraya gelecegini duymus belki görürüm diye is çikisi kosarak gelmisti. Gittigini söyledigimde üzüldü ama benim en nihayetinde onu gördügümü düsünerek seviniyordu da. Hemen neler oldugunu anlatmam için israr ediyordu ve isten çikmak üzere oldugumu, yürürken sana her seyi anlatirim diyerek eve dogru yol aldik. Ben artik çok mutluydum. Hayalimdeki insani yakindan görebilmis hatta konusabilmistim. Olanlari anlattikça arkadasim da heyecanlaniyordu. Eve geldigimizde mutlu bir ifadeyle koltuga oturdum yasadiklarimi düsündükçe en güzel günüm olmustu bugün ve asla unutmayacaktim. Artik bir seyden emin olmustum: Hayallerimde onu yasatirken ona çizdigim kisiligini aynen karsimda bulmustum. Hakli çiktigima ve aslinda onu ne kadar iyi tanidigimi bilmek harika bir duyguydu. O ünlü biriydi, her zaman ulasamayacaktim belki ama olsun bugünkü mutlulugu içimde her daim yasatacaktim ve YASATIYORUM DA..
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
15. Hikaye (Ölümsüz Ask )
Güzel bir yaz günüydü. 25 yasinda bir delikanli olan Park Min Kyu, sakince akan irmagin kenarina oturdu.
"Merhaba, Sung Hyo..." dedi. "Bir yildir senden haber almayi bekledim. Telefonlarima, mektuplarima cevap gelmedi. 'Artik beni sevmiyor mu yoksa?' diye düsündüm hatta." Min Kyu, suya elini soktu, sonra konusmasina devam etti. "Ellerini tutmayi, gözlerine bakmayi özledim. Seninle ettigimiz o küçük kavgalari bile özledim." Konusurken gözleri irmagin sularindaydi.
"Sana demistim ya, bir yilim kaldi diye... Bir yil daha Amerika'da okuyup gelecektim, evlenecektik... Beni bekle demistim. Ama sen beklemedin, bekleyemedin... Gittigim için çok pismanim. Belki gitmeseydim hâlâ birlikte olacaktik. Bütün suç bende." Min Kyu'nun gözünden bir damla yas irmaga düstü ve orayi dalgalandirdi.
"Bak, sana çiçek getirdim." dedi gözlerini silerek. "Ortancalar, en sevdiginden... Ah, Sung Hyo... Keske bana hemen haber verselerdi gittigini... Kore'ye geri dönmeyi umutla bekledim, günleri saydim. Hep dügünümüzü hayal ettim. Hatirliyor musun, çocuklarimiz için isim bile bulmustuk. Kiz olursa Jun Hee, erkek olursa Sang Jun olacakti." Tekrar aglamaya basladi.
"Diplomami aldim... Doktor olacagim, bizim gibi baskalari da ayrilmasin diye. Buraya geldigimde ögrendim, beni yolcu ettikten sonra eve dönerken araba çarpmis sana, bir hafta komada yatmissin. Sen ölümle pençelesirken benim hiçbir seyden haberim yoktu. Küllerini bu irmaga dökmüsler..." Artik Min Kyu hiçkira hiçkira agliyordu.
"Hava çok güzel ama benim için artik her gün yagmurlu ve buz gibi... Artik gitmem gerekiyor, seni seviyorum Sung Hyo... Ve daima sevecegim... Beni bekle, yanina geldigimde sonsuza kadar birlikte olacagiz... Benim sana olan askim ölümsüz, birtanem..." dedi ve ortancalari irmaga döküp gitti.
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
16. Hikaye (BIR KORE RÜYASI)
Siradan bir yaz günü. Hava sicakligi 32 derece. Mekan üç katli bir evin üçüncü katindaki pekte sirin sayilmayan odasi. Bilgisayarin basinda ayagimi, bir ayagi hafifçe sallanan sehpaya uzatmis,ekrana bakmaktan sersemlemis yari uyanik bir halde oturuyorum. Birden bire bilgisayarin ekraninda gözlerimi kamastiran bir isik beliriyor. Beni içine dogru çekiyor. Siddetli isigin etkisiyle gözlerimi kapatiyorum. Aaaaaaaaa bosluga düsüyorum.
SAHNE 1
Basim zonkluyor. Güçlükle uyaniyorum. Siki sikaya kapattigim gözlerimi araliyorum. Nerede oldugumu anlamaya çalisarak etrafima bakinmaya basliyorum. Bir caddedeyim evet büyük gökdelenlerin oldugu kalabalik bir caddede. Etrafimdan dalga dalga geçen binlerce çekik gözlü insana saskinlikla bakiyorum. Ben nerdeyim? Bu insanlar bana hiçte yabanci gelmiyor. Hele dilleri... Inanamiyorum Kore’deyim. Hep olmak istedigim yerde. Büyük bir heyecanla gökdelenler, isikli dükkanlar arasinda agzim yari açik yürürken ilerdeki duvarda yine ayni mavi isigi görüyorum.Elimde olmadan isiga dogru yaklasiyorum. Ve bosluk...
SAHNE 2
Isiklar, kalabalik, gürültü. Bir anda kendimi coskulu müzigin oldugu bir konser salonunda buluyorum. Yanimdaki kiza bakiyorum saçini, basini yolup agliyor bir yandanda beni ittiriyor. Basta anlam veremiyorum ama sahnedekileri görünce anliyorum. Evet bir DBSK konserindeyim. Sahnede büyük bir ustalikla dans edip sarki söylüyorlar. O kadar kalabalik ki ne söyledikleri sarkiyi anliyorum, ne de onlari dogru düzgün görebiliyorum. Önümdekinin omuzunun üzerinden bakmaya çalisiyorum ama nafile. Kaburgalarim iç içe geçiyor. Nefes alamiyorum. Kurtulmak istiyorum bir an önce. Ah mavi isik. Evet! Kurtuluyorum...
SAHNE 3
Otlarin içinde orman gibi bir yerdeyim. Etraf zifiri karanlik, yanimda elleri kiliçli sessizce ilerleyen adamlar. Adamlardan biri beni farkedip eliyle sus isareti yapiyor. Büyük bir sessizlikle ilerliyorlar. Gökyüzüne bakiyorum. Yüzlerce uçurtma görüyorum birden. Yanimdaki adamlar ellerindeki oklari yakip uçurmalara firlatiyorlar. Ben bu sahneyi biliyorum. Evet biliyorum bu Jumong. Yanimdakiler büyük bir gürültüyle saldiriya geçiyorlar. Korkudan ve heyecandan oldugum yere çakiliyorum. Ileriden askerin biri bana dogru hizla yaklasiyor. Ne yapacagimi bilemiyorum. Korkudan gözlerimi kapatiyorum. Tak...
Basimda ki büyük aci esliginde gözlerimi araliyorum. Kafama çarpan terlik kucagima düsüyor. Abimin sesini duyuyorum. Terligin diger teki elinde bagiriyor, “kizin keyfine bak be saatlerce bilgisayarin önünde oturdugu yetmiyormus gibi bir de uykuya daliyor. Yeter artik kalk be...” Büyük bir sersemlikle gülümseyerek yerimden kalkiyorum. Tabi ya rüyaymis diyorum. Rüya...
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
17. Hikaye
Içimden bugün hayatimin en güzel günü diye geçirirken sabah telefonumun çalmasi ile maalesef rüyamin sonunu getiremeden uyandim. Arayanin kim oldugu da yazmiyordu. Uykulu bi sekilde açtim telefonu arayan tur sirketinden bi bayandi. Kore ye giden uçagin bugün kalkacagini söyledigi anda bende uykudan eser kalmamis gözlerim bi anda fal tasi gibi açilmisti. Sonunda yillardir hayalini kurdugum Kore ye gitme hayalim bugün gerçeklesiyordu sanki rüyadaydim. Aksam havaalanina beni yolcu etmek için bütün arkadaslarim geldi hepsi ile tek tek vedalasip uçaga bindim10 saatlik uzun bir yolculuk sonrasi saat 9 gibi uçak havaalanina inis yapti. Heyecandan elim ayagima dolasmisti. Havaalanindan çikip bizi otele götürecek otobüsün gelmesini beklemeye basladik. O kadar mutluydum ki Kore de bi saniyemin bile bosa gitmesini istemedigim için arkadaslar beklerken bende etrafima bakinmaya basladim. Hediyelik esya satan dükkânlara bakmaktan otobüsün gittigini bile fark edememisim arkami döndügümde ise kimseyi yerinde bulamamistim. Kosarak bekledigimiz yere gidip bakindim ama tanidik hiç kimse yoktu kafayi yemek üzereydim hayatimin en güzel günlerini geçirecegim derken bi anda hiç bilmedigim bi sehirde yapayalniz kalmistim… Derken bi anda telefonumun çalmasi ile irkildim. Arayan Ozan di. Sasirmistim çünkü biz onunla pek samimi degildik simdi beni neden ariyordu. Açmayacaktim ama telefonun israrla çalmasi üzerine dayanamadim.
— Alooo ! dedim sinirli bi sekilde
—Merhaba Zeynep.
—Ozan simdi konusacak halim yok ve hem ben Istanbul da degilim ne söyleyecektin
—Sey Kore de oldugu söyledi arkadaslar o yüzden aramistim. Bende babamin isleri yüzünden bi kaç günlügüne Kore deyimde eger bi planin yoksa bulusabilir miyiz diyecektim .
Ozan ile ben mi? O buz gibi çocukla gezmek mi? hayatta olmaz. Onun bildigi tek sey basketboldur kimse ile konusmayan kendini begenmisin teki. Ama simdi bunlari düsünecek bi lüksüm yoktu mecburen bu teklifi kabul etmeliydim onun yardimina ihtiyacim vardi.
— Alo. Zeynep orda misin?
—Evet, buradayim aslinda bi programim var ama sesin için bozabilirim. Beni gelip havaalanindan alabilir misin?
— Tabi sen bekle 10 dakika sonra ordayim.
Telefonu kapattiktan sonra bi banka oturup Ozan in gelmesini beklemeye basladim. Yarim saat sonrada Ozan Bey tesrif etti yine her zamanki gibi geç kalmisti. Bide üstüne üstelik gecikmedim dimi? diye soru soruyordu sanki dalga geçermis gibi ah ah kaybolmasaydim ben sesinle hiç takilir miydim dedim içimden
—Eee Zeynep sonunda hayalin gerçeklesti. Nasil hissediyorsun kendini
—Çok mutluyum da sen böyle bi hayalim oldugunu nerden biliyorsun diye sordugumda biran cevap veremedi sonrada lafi eveledi ve Pelin i aradiginda onun anlattigini söyledi.
—Peki, sen neden Kore desin?
—Ben babamin islerine yardim etmek için geldim. Simdi sen hangi otelde kalacagini söyle esyalarini oraya birakip sana umut ve askin sehri Seul ü gezdireyim.
—Seyy otelin adini bilmiyorum eger senin bildigin güzel bi yer varsa oraya gidebilir miyiz?
—AA tabi ben seni benim kaldigim otele götüreyim. Güzel bi yerdir rahat edersin.
—Peki, o zaman gidelim
Otele geldik Ozan bana bi oda ayarladi. Esyalarimi biraktim. Sonrada birlikte Seul sokaklarina daldik. Ben Kore yi diziler sayesinde taniyip sevmistim Seul uda orada gördüklerim kadariyla biliyordum ama birebir görmek bambaskaymis sokaklari öylesine güzeldi ki insan bakmakla doymuyordu. Sokak saticilarindan balik keki aldik her zaman yemek istemisimdir. Tadi çok güzeldi o kadar çok yedik ki neredeyse patlayacaktik. bi parka gidip yagmurdan kaçan insanlari izledik
Ozan i sanki daha yeni tanimistim. Bu birkaç saat içinde onun hiç bilmedigim yönlerini ögrenmis ve çok sasirmistim. Meger ben onu hiç tanimamisim. Bir müddet salincaklarda sallandiktan sonra kolumdan tutarak beni bir restauranta götürdü. Ben tam niye buraya geldik diye birden önümüze koca koca tabaklarda ramen geldi.
—Buraya gelip ramen yemeden olmaz dedi gülümseyerek
O sicacik ramenleride kisa sürede bitirince tam anlamiyla sismistik
—Çok tesekkürler ozan sayende çok güzel bi gün geçirdim
—Daha yeni basliyoruz Zeynep Hanim bak simdi seni nereye götürecegim? Demesiyle kendimi konser alaninda bulmam bir oldu. Kimin konseri? Kimin konseri? Dememe ragmen cevap vermiyordu. Sonra birden havai fisekler ve çigliklar esliginde dumanlarin arasindan RAIN çikti zaten benim onu görmemle kendimden geçmem bir oldu. Gözlerime inanamadim karsimda rain duruyordu, o kadar yüksek sesle çiglik atmis olmaliyim ki etraftakileri bile susturdum. Sonrada Ozan in boynuna atladim
—Bu hayatim da geçirdigim en güzel ve en mutlu gün. Bunu asla unutmayacagim çooook tesekkürler Ozan…
Ziiiirrrrrrrrrrrr zzziiiiirrrrrrrrrrrr
—Tatlim hadi kalk asagida seni görmeye gelen birisi var
—Anne sen misin? Senin Kore de ne isin var?
—Ne Kore si yine ne saçmaliyorsun sen.
—Nasil yani burasi odam, saatim, yatagim, telefonum yaa inanamiyorum. Her sey rüya olamaz
—Zeynep eger kalkmazsan ozan seni beklemekten çikip gidecekler…
—Ozan mi?...
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
18-08-2009, Saat: 1:08
(Son Düzenleme: 18-08-2009, Saat: 1:40, Düzenleyen: ayumiyo.)
18. hikaye (BINNOLOJI)
"Hayir simdi olmaz, uykum var… Kahretsin! Nerede bu hurda yigini!?”
Sabahin henüz sekizi. Besinci kez çalip kaçmisti Binno. Binno? Küçüklügünden beri evinde yagladigi robotun adiydi. Lisanssiz bir ürün. Güney Kore’deki dayisinin hediyesi. Robotu etkisiz hale getiren bir kolyeyle birlikte, besinci yas gününde gelmisti kendisine. Gomi’nin bagli oldugu tek sey o hurda yiginiydi iste. Yalniz olmadigini hatirlatan tek kisi oydu çünkü.
Sarildigi battaniyesini hizlica bir kenara firlatip, Binno’nun pesinden mutfaga kostu. Futbol topu büyüklügündeki bu robot, saklanmayi da iyi beceriyordu. Yapabildigi fazla bir sey yok aslinda. Zaten deneme asamasinda oldugunu söylemisti dayisi, çok eksigi vardi. Ancak bu eksiklerini kapatacak birkaç özelligi mevcuttu. Kamufle olma, sahibin yüz sekline göre melodi degistirme, programlandigi duygulari algilayip kaydettigi seslerle cevap verme gibi. Sari tüylü, kocaman mermer gibi mavi gözleri olan, tavuga benzer ancak kuyruksuz bir tipi vardi Binno’nun. Ötmedigi zamanlarda varligini hissetmek neredeyse imkansizdi. O kadar sessizdi yani. On TB’a kadar bilgi depolayabiliyordu. Yemek yiyor, tuvalete gidiyordu. Ancak günde bir saat bilgisayara bagli durmak zorundaydi, yemek ihtiyaci için. Bilgisayarda ki çerezlerle besleniyor, bazen virüsleri bile yiyordu. Tabii, yalnizca tanidiklarini. Yediklerinden çok sey ögreniyordu aslinda. Hata düzeltme sistemi de mevcuttu. Bu sistem sayesinde kendi içinde buldugu hatalari tekrar bilgisayara yemek vaktinde atiyordu. Masaüstünde bulunan “Poo” klasörünün bos oldugu hiç görülmemisti bu nedenle. Insan olsa kanalizasyonu tikardi yani. O derece. Lisanssiz demistik, güncellenmesi mümkün degil. Gomi, her gün bir saatini telas içinde geçiriyordu bu yüzden. Binno’dan kalanlari aninda temizlemek zorunda. Yoksa…
Gomi onu ararken, ocagin altindaki dolapta, çamasir suyu sekline bürünmüs, markayi en iyi sekilde tasiyordu Binno. Evde fazla esya olmadigindan, bulunmasi çok kolaydi. Her sabah bu kovalamacanin ardindan, Binno'nun alnindaki isi sensörlerinin uyarilmasi gerekiyordu. Bu, Gomi’nin uyandigi, dolayisiyla yarim saatte bir ötemeyecegi anlamina geliyordu çünkü. Gerçi bugün on bes dakikada bir ötmüstü. Henüz uykudaki sekizinci saatini tamamlayamamisti Gomi. Ancak bu Binno’yu ilgilendirmiyordu. O, ayni zamanda Gomi’nin sagligindan da sorumluydu çünkü. Dogru saatlerde yatip dogru saatlerde kalkmasi gerek. Oysa ki Gomi, dün tüm gece belgesel ve sohbet sitelerinde zaman öldürmüstü. Tipik erkek yönü sabitti Gomi'nin; Kizlar. Binno, yedigi çerezlerden kiskançligi da ögrenmisti biraz biraz. Ne zaman ekranda kendi görüntüsünden farkli (yani sari tüylü olmayan) bir disi görse, ertesi gün yarim saatte bir olan ötme zamanini on bes dakikaya indirirdi. Dogru okudunuz; disi. Insanlardan bahsetmiyorum, henüz insanlari tanimiyor Binno.
“Off, yumurta bitmis.”
Tam o anda Binno temizlik dolabina tekrar girdi. Yerden bes santim yükseklikteki dolaptan asagi bir sey yuvarladi. Son kalan yumurta o anda düsüp kirildi iste. Binno kafasini asagi egdi. Gomi’nin kizacagini sanmis olmali ki kafasini kaldirmaya cesaret bile edemedi. Bir süre öylece kaldi. Sonra suçunu hafifletmek için dün gece kaydettigi hüzünlü köpek sesini verdi disari;
“Haaaaaaaaiiiiiiiivvvv”
Tahmini o kadarda kuvvetli degilmis hani. Gomi gülüp geçti buna. Eline bir bez aldi neden sonra yumurtayi yerden silmeyip birakti. Kendine bir bira açti ve telefonu eline alip pizzacinin numarasini tusladi…
Iyi günler, nasil yardimci olabilirim?
~***~
“Rahat dur Binno. Yemek vaktin geldi. Kabloyu takmam lazim.”
Adres çubuguna tam adresi yazmaya baslamisti ki telefon çaldi. Karsisindaki adam, yari Korece yari Ingilizce bir seyler mirildaniyordu. Iki dili de iyi bilmediginden pek bir sey anlamadi. Ancak adamin son söyledigi, anlamadigi diger cümleleri özetleyecek denli açikti; “Binno”
Telefonu kapatip, bilgisayara bagli olan Binno’yu hizlica çantasina atti ve kapiya yöneldi. Alisverise çikmak için üstünü giyinmis, cüzdanini cebine çoktan yerlestirmisti.~Sanki Tanri olacaklarda onu kollamak istiyormus gibiydi. Binno’nun onunla kalmasi için simdi yapmasi gereken tek sey kaçmakti. Uzaklara… Bugünün gelecegini biliyordu. Ancak kendini hiçbir zaman tam anlamiyla hazirlayamamisti. Simdi nereye gitmeliydi?
Taksiye binip sehir sinirina geldiginde ancak nefes alabildi. Yakininda hava limani olmasina ragmen, o an bunu akil edemeyip komsu sehre gitmeye karar vermisti. Artik, asil sorun hava alanindan sonra gidecegi yerdi. Onu ilk arayacaklari yerlerin komsu ülkeler oldugunu iyi biliyordu. Burunlarinin dibinde olmak belki de en akillica fikirdi. Çünkü onu asla Güney Kore’de aramazlardi. Yeri belliydi zaten; Istanbul.
Hava limanina giris yaparken anca jetonu düstü. Uçaga Binno’yla birlikte binmek onu kendi elleriyle gerçek sahiplerine teslim etmek demekti. Tekrar bulundugu sehrin merkezine gitmek zorunda kaldi. Olabildigince rahat görünmeye çalisiyordu. Ancak bu soguk havada yüzünden akan burcu burcu terler… Vücudu sanki kendisine ait degil gibiydi. Sürekli kolunu yüzüne götürüp siliyor, derin derin nefeslerle ayakta durmaya çalisiyordu. Hissettigi dehset, endise ve korku su genç yasinda kaldiramayacagi kadar büyüktü. Sakin Gomi. Sakin…
Oyuncakçiya girip büyükçe bir ayi aldi. Hediye paketi yaptirip, disarida bekleyen taksiye yöneldi. Sonra, saatlerdir yolculuk ettigi taksinin ondan süphelenebilecegini düsünüp, ödemesini yapti ve baska bir taksi buldu. Paketinden çikarttigi ayinin karnini cebindeki çakiyla desip, Binno’yu içine yerlestirdi. Evden çikarken tonlarca tembihte bulunmustu. Binno, itaatkar davranmaliydi. Artik her sey bir yerde, Binno’nun elindeydi.
Güney Kore’ye giden son uçusu yakalamis, uçaga sag salim binmisti. Binno’yu kargoya biraktiktan sonra artik tamamen tek basina kalmisti. Simdi Tanri’dan tek istegi, dayisinin tasinmamis olmasiydi. Binno oraya varmayi basarsa dahi, eger dayisi yerinde yoksa, tonlarca sorunla yüzlesmek zorunda kalacakti. Ve su zor aninda istedigi son seyde buydu.
~***~
“Beyefendi, inis yaptik. Uyanmaniz gerekiyor.”
Birden yerinden siçrayan Gomi, kendini hemen toparlayip uçaktan indi. Üstündeki bluzu terden yapismisti. Her ne kadar kalin giyinmis olsa da bu halde hasta olmamasi elde degildi. En yakin otele gidip dayisini aradi. Bu onu, çocuklugundan beri ilk arayisiydi. Bu kadar tedbirsiz oldugu için kendine öylesine kizgindi ki, telefondaki “alo” sesine cevap verirken bagiriyordu adeta. Dayisinin eski yerinde oldugunu ögrenince rahat bir nefes aldi. Ancak telefonu kapattiginda içine bir kurt düsmüstü. Telefondaki ses, o adaminkine o kadar çok benziyordu ki. Saçmalama. Simdi bir dus almanin zamani gelmisti.
Dus sonrasi, oda servisinden istedigi makasi, telefonun yanina birakilmis buldu. Imaj degisikligi gerekiyordu. Ilk önce saçlarini kesti. Üç yildir uzattigi saçlarina veda etmek güçtü. Ancak Binno’dan ayrilmak kadar güç olamazdi ya. Kendi basinayken, gizlemek zorunda oldugu bir seyler olmadigindan rahatti. Kaloriferin üzerine biraktigi kiyafetlerini üstüne geçirip otelden ayrildi. Bir an önce dayisiyla bulusmak daha dogrusu Binno’yu görmek istiyordu. Taksilerden birini durdurmak için elini kaldirmisti ki, bir el...
Uyandiginda lüks bir otel süitindeydi. Etrafi sivil kiyafetli, yapili adamlar tarafindan çevrilmisti. Giydikleri kiyafetlerin normalligi, kimliklerini gizlemeye pek yetmiyordu. Gomi'nin elleri ve ayaklari bagli, agzi bezle kapatilmisti. Karsisinda oturan adam, yüzündeki maskenin ardindan dogrudan Gomi'nin gözlerinin içine bakiyordu. Bir yandan da tabancasini köpegiymisçesine oksayarak, bazi seylerin onun için ne kadar basit oldugunu ifade etmeye çalisiyordu. Tabancasini, yanindaki üstü örtülü kafese götürüp bir seyler yapmaya basladi. "Binno'nun askeriyeye ait oldugunu bilmiyordun, öyle mi? Inanmak bayagi güç dogrusu." Birden, dayisinin küçükken söyledigi su sözler yankilandi beyninde; "Onu koruman gerek, suan önemsiz bir robot. Ama..." Simdi, yillar boyu bugün için hazirlik yapmadigina da bin pismandi. Ancak hepsinden önemlisi, Binno’nun askeri alanda kullanilarak harap olacagi gerçegi... Buna dayanmak...
Karsisindaki adam usulca kafesin örtüsünü, elindeki 357 Magnum'la siyirmaya basladi. Örtü açilirken disariya kirmizi los bir isik yayildi. Örtünün ardinda mermer gibi parlayan kirmizi gözler vardi... Binno!
Binno’nun o hali, güçsüz bedenine yeni bir sok dalgasi enjekte etmisti. Saniyeler içinde bayildi ve saatlerce baygin kaldi. Uyandiginda evindeydi. Her sey yerli yerinde, temizlik dolabinin önündeki yumurta lekesi dahi biraktigi gibiydi. Olanlar bir rüya olmaliydi. Neseli bir biçimde etrafi taramaya basladi. “Binno! Binno! Yemek vakti!”
Temizlik dolabinin önünde durdu. Kapagini açinca bir notla karsilasti.
“Televizyonu aç.”
Kumandayi eline alip yutkundu. Rüya degil miydi? Titrek hareketlerle kumandanin ucundaki kirmizi tusa eristi. Ve…
“31 Agustos 2009. Günün haberleri geliyor.
DBA hükümetine ait oldugu düsünülen, kimligi belirlenemeyen bir araç, dün gece baslayan saldirilarina ara vermeden devam ediyor. Güney Koreli yetkililer ne yapacaklarini sasirmis durumda. Aracin kimligi belirlenene kadar güçlü bir savunmanin mümkün olmadigini açikladilar.
…”
Gözyaslari yuvalarina ihanet etmekte gecikmedi. Su durumda yapilabilecek en iyi sey, bir telefon kadar uzagindaydi. ROKAF’in numarasini tusladi. Karsisina çikan yetkiliye, aracin etkisiz hale getirilmesi için gereken seyin kendisinde oldugunu söyledi. Yaptiginin dogru oldugunu bilse de, bir yani hala aci çekiyordu. Yarim saat içinde, hertürlü tedbiri almak zorunda olan ROKAF yetkilileri kapisina kadar geldi.
Birgün içinde gerekli ekipmanlar tamamlandi. Saldirilar, devletin haritasini resmeder gibi ilerliyordu. Bunu fark eden yetkililer, saldiriya ugrayacak yerleri belirlediler. Siradaki yer Gunsan’di. Yapmalari gereken, sadece beklemekti. Gece karanliginda saldiri basladi. Hazirlanan tüm spotlar açildi ve gökyüzüne kolyenin sekli aktarildi. Sekli algilayan araç, hizla yere dogru saglam bir inis yapti. Aradan bes dakika geçtikten sonra büyük bir patlama yasandi. Gomi’nin arkasina bir alev topu düstü. Alev topundan cizirtilar haricinde, baska seslerde geliyordu.
Seslerin geldigi yöne dogru hizlica kosmaya basladi Gomi. Vardiginda, yerde alevler içinde olan robotun, Binno oldugunu gördü. Mavi gözleri alevlerin arasindan parliyordu. Binno, birkaç kimildanmanin ardindan kendinde uzak bir yere kirmizi bir metal firlatti ve gözleriyle onu isaret etti. Gomi, kosup kirmizi metal kutuya yaklastiginda, bir öncekinden daha büyük bir patlama sesi duyuldu. Arkasini döndügünde gökten un ufak olmus alev parçalari yagmaya baslamisti.
~***~
"17 Agustos 2019. Günün haberleri geliyor.
Yillardir kayip olan kirmizi kutu, Miama'de 30 yasindaki Gomi O.'nun cesedi üzerinde bulundu. Kutunun açilmasi nedeniyle... "
"Kapat su televizyonu George. Artik ölü olduguma göre, bu haberleri duymam gerekmiyor."
"Peki patron."
Yorumları: 4,075
Konuları: 232
Kayıt Tarihi: 08-08-2008
Teşekkür Puanı:
464
19.Hikaye
Eski Kore Tapinaklarinda ysayan Hoo-na hayatinda bir çok talihsizlikle karsilasmistir 3 yasinda iken annesini ve babasini kaybetmis ama asla ümidini kesmeden kendi ayaklarinin üzerinde durarak yasamis ve 15 yasina gelmistir.O zamanlarda Hoo-na Kyung-won'a asik olur ama kyung'won ondan bir yas küçük bir kizla sevgilidir Hoo-na buna çok sinirlenir bu arada Kyung-won hep Hoo-na'ya bakiyordur Hoo-na Kyung-won'unda ona asik oldugunu düsünür ve birgün Hoo-na Kyung-wonu çagirir ve ona sevdigini söyliyecektir ama bir türlü kelimeler agzindan çikmiyordu en sonunda neyse bosver söyliyecegim önemli degildi zaten dedi ve Kyung-won Hoo-na ben seni seviyorum dedi Hoo-na saskinligindan birsey diyemedi ve "ne!" dedi Kyung-won tekrarldi günler geçti Hoo-na Kyung-won'un suratina bakamadi utançindan ve en sonunda Kyung-won'un bir arkadasi Hoo-na'nin evine gelerek aslinda Kyung-won'un onu sevmedigini biriyle iddea girdigini eger seninle çikarsa 1 sene boyunca kaybeden kazanana istedigini yapacakdi.Hoo-na bunlari duydu ve kendini tutamadan çocugun yaninda agladi çocuk Hoo-na'ya sarildi Hoo-na bu zamana kadar sana söyleyemedim ama artik ne olursa olsun söyleyecegim dedi ve ben seni seviyorum Hoo-na dedi Hoo-na çocugun suratina bakti ve hemen çocuga sarildi ve 15 yasinda olmalarina ragmen ölene kadar iyilikte ve kötülükte ne olursa olsun birbirlerini birakmadilar.
Yorumları: 32,032
Konuları: 818
Kayıt Tarihi: 28-01-2007
Teşekkür Puanı:
873
14. Hikaye (SEUL'DEKI EN GÜZEL ANIM)...
Yorumları: 199
Konuları: 3
Kayıt Tarihi: 15-07-2009
Teşekkür Puanı:
25
Ölümsüz Ask'in yazari benden kurtulamayacak.
|